Ortaya Karışık

Her telden, her demden hikayeler, yazılar

30 Temmuz 2010 Cuma

Yazmak, ancak güzel yazmak - 1

Konumuza başlamadan önce filozof Ortega GASSET’in biz sözünü hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var. “Dünyada her şey mükemmel ve şaheserdir. Yeter ki, güzel görmeyi bilen açık bir çift gözünüz var ise.” İşte bu cümle yazmak isteyen her yazar adayı için bir kılavuz niteliğindedir.

Hikaye ya da roman konuları çoğunlukla yaşam içerisinden seçilir. Birçoğumuz, gündelik yaşam içerisinde birçok mesaja maruz kalırız. Dramatik, komik, heyecanlı, düşündürücü, tecrübeler vb. Karşılaştığımız bu olayların ardından “Ben bu konuyu kitap olarak yazabilirim.” Ya da “bu konudan süper bir kitap çıkar” düşüncesi mutlaka aklımızdan geçmiştir. Dolaysıyla, yazmayı hedefleyen kişi iyi bir gözlem gücüne sahip ve yazma kurallarını öğrendiği takdirde yazma öğrenilebilir bir meslek haline gelecektir. 

Yazmaya başlamadan önce unutulmaması gereken en önemli nokta tanımadığımız okuyucuyu memnun etmek için ne üzerine yazacağınıza karar vermek olmalıdır. Çünkü, okuyucuyu tanımak neredeyse imkansızdır. Okuyucuların bazısı heyecanlanmak ister, bazısı eğlenmek, bazısı aydınlanmak, bazıları da olayları çözümlemek arzusundadır. Okuyucu tanımak bu yüzden zordur. Okuyucuların bir kısmı hikayenin kahramanı gibi kahraman olma arzusundayken, bazısı ruhunun derinliklerine inilmesi arzusundadır. Okuyucunun neler beklediğini bilmek mümkün mü? Bence değil…

Bir yazar adayı öncelikle kendi yazdıklarını beğenmelidir. Bu beğeni “Arabın yavrusu kendisine dünya güzeli gelirmiş” mantığında da olmamalıdır. Edebi anlamda beğeniden bahsediyorum. İç dünyadan bahsediyorum. İç dünyanızı gözlemlerle birleştirip yazdıklarınıza katmalısınız.

Yazar adayının dikkat edeceği konuların başında bildiği konularda yazmaya başlaması olmalıdır. Bilmediğiniz konularda yazmaya başlar ve bunları okuyucuya sunarsanız bilgisizliğiniz ve yetersizliğiniz göz önüne çıkacak ve okuyucu bir daha yazdıklarınızı okumayacaktır. Hiç kimse gitmediği bir beldeyi sanırım tarif edemez. Başka bir değişle bildiğinizi kendi gözleriniz ve iç dünyanız ile okuyucuya aktarmak en doğru yöntem olacaktır.

Konu seçiminde de aynı kural geçerlidir. Yazar adayının konu bulmasında yararlanması gereken eşsiz kaynak kendi iç dünyası, yaşamı ve benliği olmalıdır. Genç Adam adlı kitap buna iyi bir örnektir.

Tabi ki bir de ilham konusu var. Bekle ilham gelsin de bir oturuşta bir roman ya da hikaye yazayım düşüncesi yanlış bir beklentiden başka bir şey değildir. Hikayeler yaşamın kendi içerisindedir. Doğumları yaşamın ta kendisidir. Bu konuda bir uzman olmama rağmen iddia ediyorum ki, yazarlık doğuşla gelen bir yetenek değil, öğrenilebilir bir meslektir. Nasıl ki, tıp doktorluğu, uçak mühendisliği ya da pazarlama sonradan ve belli bir yaş sınırında öğrenilebiliyorsa, yazarlıkta öğrenilebilir bir olgudur. Ancak, öğrenme olgusunun yanında gözlemleme ve çok çalışma yazarlığa katkı sağlayan unsurladır.

Unutmayalım ki, yazmak istediğimiz hikayeler hep yanı başımızdadır. Sadece bunları görmek gereklidir. Her gün üzerinde yürüdüğümüz sokaklar, havasını teneffüs ettiğimiz şehirler hikayelerin de yaşadığı yerlerdir. İplik isimli roman kahramanının da “küçük bir ip parçasıydı”  son sözü gibi sadece bir iplik parçasından esinlenilerek kaleme alınmıştır. Başka bir değişle, fikirler ve konular her daim yanı başımızda bulunmaktadır. Bize gerekli olan sadece açık bir çift göz…

Yazmak bana göre çok sabır isteyen bir iştir. Benim gibi yazar adaylarının çok ama çok yazmaları gerekir. Hikayeler.net sitesi ile ne zaman tanıştım tam olarak hatırlamıyorum. Sanırım sitede 17-18 civarında yazım yayınlanmakta. Yazdıklarımın tamamı bunlar mı? Tabi ki, hayır. Evimde daktilo zamanında yazdığım iki orta boy koliyi dolduran yazılar var, bir o kadar da bilgisayarımda kayıtlı. Kimisinin kaşını kimisinin gözünü beğenmiyorum. Dönüp dönüp düzeltmeler yapıyorum. Umarım bir gün bir kitap çıkar ortaya.

Neyse, konumuza dönecek olursak yazmak sabırla birçok enformasyonun bir raya getirilmesi ile olur. Belki de uzun bir hazırlık yapmak gerekir. Bu tür bilgileri almak için çok kapı aşındırıyorum. Amacım doğru yazabilmek. Bundan bir ay kadar önce bir üniversitede görevli bir doçent hanımdan bilgi almak üzere randevu aldım. Sohbet havasında geçen konuşmada sorularımdan biri şuydu: Hikaye ya da roman yazmaya başlamadan önce bir hazırlık yapmalı mıyım? Başka bir değişle nasıl ki kek yaparken un, şeker, kabartma tozu, tuz, portakal, fındık, yağ, keke kalıbı, fırın, yumurta, süt vb. olması gerekir. Bunlardan biri eksik olursa kek yapamayız dedim. Yazarken de bir hazırlık yapmalı mıyım? Konu içerisinde yer alacak kahramanlar önceden giydirilmeli mi? Yoksa kahramanların karakterleri yazarken mi şekillenmeli? Soruma istediğim gibi bir cevap alamadım. Daha doğrusu cevap alamadım. Sonuç olarak şuna karar verdim. Her insan yazabilir, yazabilmek için bir hazırlık yapmalısın, gözlemlemelisin ve sonuçta ortaya mutlaka bir şey çıkacaktır. Aynen kek gibi, tadı ya güzel olur, ya şekeri biraz eksik olur ama kek olur. Tam tadında bir kek olması için de çok çalışmak gerekir.

Bana göre yazarken dikkat edilecek hususlardan biri de yazılanların üzerinde defalarca da geçmemek olmalıdır. Aşırıya kaçan eleştirisel bakış yazmanın ötesine taşar. Sürekli frene basan bir şoför düşünün. Yazarken kendinizi, kaleminizi duyguların akışına bırakın. Düzeltmeler tabi ki olacak ve de gereklidir. Burada yetinmeyi bilmek kelimelerini kullanmak istiyorum. Amacınızı çok yüksek tutarsanız bir yere varamazsınız.

Bu konuda yazmaya devam edeceğim. Lütfen konu hakkındaki görüşlerinizi yazınız.

1 yorum:

  1. Mükemmel anlatmışsınız, bende yavaş yavaş yamaya çalışıyorum. Konsantrasyon sağlayamıyorum ama az çok yazıyorum. Böyle yazıları daha sıklaştırmalısınız.

    YanıtlaSil

Adbox