Adam, Türkiye’nin diğer ucundan gelen misafirlerini elinden geldiğince iyi ağırlamayı hedeflemişti. Hafta içi şehrin iç mekanlarına götürmüş, hafta sonu da Laodikeia’ya ve Pamukkale’ye götürür. Özellikle Pamukkale eşsiz güzelliği ile dünyanın dört bir tarafından hem yerli hem de yabancı turist akınına uğramaktadır. Ev sahibi için özellikle Pamukkale’yi misafirlerine gezdirmek iyi bir ev sahibi olmanın gerekliliğidir
Pamukkale’ye
varasıya kadar araba içinde fazlaca bir sohbet geçmez. Sadece yol kenarındaki
nar ağaçları ile bir iki cümle dışında.
Belki nar ağaçları hakkında bile konuşulmazdı da iki memleketin
kıyaslaması sonrasında söyleniverdi iki cümle
Fazla
uzun olmayan bir yolculuğun ardından beyaz Pamukkale’de karşıda görünmüştü.
Saat 10.00 civarı olmasına rağmen epeyce hususi otomobil ve turist taşıyan
otobüs vardı. Hemen girişte nar tezgahının yanındaki deve hariç gelen herkes
halinden memnun gibi görünüyordu. Deve günlerdir, otur kalk, sırtında bir
Japon, bir Alman, bir Türk gezdirmekten bıkmış gibi duruyordu. Herkes devenin
sırtına binmek iki tur atmak için sıra bekliyordu. Milletin eğlencesi devenin
hoşnutsuz homurtularına karışıyordu
Neyse
ev sahibi misafirlerini Pamukkale’ye getirmenin verdiği mutluluğa mutluluk
katmak için 10 kilo da narı arabanın bagajına atıvermişti. Ucuza nar bulunca
alacaksın, her derde şifa…
Pamukkale
gezildi, ev sahibi ve misafirleri yoruldu ve dönüş yoluna çıkıldı. Yolda
misafirlerden bayan olanı
- Pamukkale nasıl böyle olmuş biliyor musun? diye ev sahibine sorar
Ev
sahibinin bu konuda bir bilgisi yoktur. Ama bir fikir yürütür. Malum
Denizli’nin içme suyu kireçlidir ya. Hemen anlatmaya başlar:
- Buraların suyu çok kireçlidir. Yıllarca akan suyun kireci burada kayaları
kaplar ve Pamukkale ortaya çıkıverir
Soruyu
soran bayan misafir hemen itiraz eder:
- Öyle
şey olur mu? Sen bunu evdeki çaydanlık mı sanıyorsun kireç tutsun. Ben sana
bunun aslını anlatayım der ve başlar anlatmaya
O arada
ev sahibi içinden “hay dilimi eşek arsı soksaydı da ağzımı açmasaydım” diye bir
düşünceye kapılır
- Ben Pamukkale’nin hikayesini sohbet ortamında
muhterem bir alimden dinledim. Çok eskilerden bu bölgede bir ağa yaşarmış. Ağa
bir gün hacca gitmeye karar vermiş. O zamanlar uçak, otomobil ve otobüs
olmadığı için yolculuk epey bir sürmüş. Ağa kutsal topraklardayken, ağanın
yanında çalışan gariban çoban ağanın karısına hemen hemen her gün gelerek;
yenge ağam irmik helvası istedi, ağam et kavurma istedi, ağam kuru fasulye
istedi, ağam istedi de istedi dermiş. Ağanın hanımı da, gariban çobanın canı
çekti diye her istediğinin sorgusuz sualsiz yaparmış. Günlerden sonra ağa,
kutsal topaklardan dönüvermiş. Ahali biraz da yalakalık olsun diye hemen koşmuş
ağanın eline sarılmaya. Ağa kimseciklere elini öptürmemiş. Ahaliye dönüp, “eli
öpülecek biri varsa o da benim çobandır” deyivermiş. Bizim gariban da
koyunlardan sütü sağmış, bakraçları sağlı sollu omzuna asmış, ileriden geliyor.
Ahali bir hızla çobana yönelmiş, çoban gelen kalabalığı görünce ürkmüş,
bakraçtaki sütü olduğu gibi bugünkü Pamukkale’ye döküvermiş. Ya şimdi anladın
mı Pamukkale nasıl olmuş diye de eklemiş, misafir bayan
Ev
sahibi şaşkın, bir o kadar da daha da şaşkın kalıvermiş. Misafir bayan devam
etmiş:
- İşte
demiş senin eksikliğin televizyon seyretmemen, camiye gitmemen, biraz namaz
kılsan, biraz oruç tutsan, ev günlerine gitsen, oya işlesen bunların hepsini öğrenirsin de… ama sen de bunların
hiç biri sende yok deyivermiş
Abiye
Kuzu gerçekten varmış…
Özlü sözlerine bir önek: "Dünyanın en son moda trenlerini benim kadar takip edemiyormuşsun. Senin şu sefil ve bakımsız halin benim içimi bürkültüyor. Ay mikemmel ev hanımı portfolyosu."
Not: Yazı 05 Aralık 2012 tarihinde kalem alınmış olup, daha önce farklı mecralarda yayınlanmıştır. Anımsamak ve biraz da gülmek maksadı ile yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder