Ortaya Karışık

Her telden, her demden hikayeler, yazılar

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Gözyaşı toprakla buluştu...



Ömründen bir çırpıda, gözyaşının yanaktan süzülerek çene kemiğine varıncaya oradan da toprağa kavuşma anına varana kadar zamanda akıp giden koskoca yirmi iki sene yaşanmış bir korku. Erkek çocuklarının annelerinin kor ateşi gibi yanan anaç yüreklerine düştükleri ilk kucaklaşma anından, evin eşiğinde askerden dönen terhis belgesi almış evlatlarını ikinci kucakladıkları ana kadar geçen koskoca yirmi ki yıl. Kız çocuklarının annelerine sanki kendilerini kucaklarına almış duygusunu verdikleri o ilk temas ile telli duvaklı beyazlar içerisinde yuvadan geçişine kadar geçen yirmi ki koskoca yıl. Binlerce insan öyküsünün sığdığı, yaşanmışlıkların öyle ya da böyle yaşandığı bu koskoca yirmi iki yıla sadece ve sadece korkularını sığdırabilmişti. Nedensiz aşkları bile yaşayamamış, o güzel o hoş tatlı ironik aşk acısının tadına bile bakamamıştı. Aklında varsa yoksa yaşanmış kaderin tekrar edeceği, aynı babası gibi kırk altı yaşında bu dünyadan kopup gideceği korkusu dile pelezenk olur gibi göğüs kafesinin ta orta yerine çöreklenmişti. Boğum boğum katılaşan ve her geçen gün giderek daha da siyahlaşan bu korkudan kurtulmak için de en ufak bir çabası da yoktu. Bu karanlık ile sanki birlikte yaşamayı da öğrenmişti. Kendisini ele geçiren yayılmacı politika izleyen bu karanlık yaşam biçimi etrafından çok kendisine zarar verdiğini arkadaşları söylüyordu. Oysa ki; işin aslı hiç de öyle değildi. Avuçlarını göğe doğru çevirip, parmakları arasındaki yarıklardan baktığında korkunun gerçekten korktuğunu ondan başkası da göremiyordu. Bu şekilde söylemleri söyleyenlere “Etrafına bir bak bakalım, kalabalığın ta orta yerinde duruyorsun. Ah, bir akıl okuma gücün olsa yapa yalnız olduğunu bileceksin de… İşte o akıl ne sen de ne de etrafındaki kalabalıkta var. Akıla sahip olanlarında yarısı kendisi ile mücadele içinde savaşıp duruyorlar." 

Gözyaşının daha çeneye varamadığı dönemlerde on sekizli yaşların ilk yarısında babasının “haydi evlat bir an önce şu okulu bitir de, biz de gravatımızı takalım da dükkanın müdür koltuğuna oturalım bakalım." Sözlerinin üzerinden çok geçmemişti ki, gözyaşı toprakla buluşuvermişti, sessiz sedasız. İşte o zaman ekmişti kalbinin kor kırmız derinliklerine karanlığı ve korkuyu. Yirmi yaşında gözünden akıp, toprakla buluşan kırk altı yaşında kaybettiği özüydü, büyüğüydü. O kalın bir o kadar sıcak parmakları hissedemeyecek, sevgi dolu elleri yüzünde, saçlarında bir kez daha hissedemeyecekti. Sesler seslerini kaybetmişti. Artık kimse ona oğlum diye seslenmeyecekti. Baba kaybolmuştu karanlığın içinde. Gözyaşı sel olmadan toprakla buluşmuştu. Bir yirmi ki yıl sonra beyazlaşacak o pamuk saçlarını okşayamayacaktı. Buruşacak, eski sıcaklığında olmayacak o kalın parmakları, o koca eli hissedemeyecekti artık. Gözyaşı toprakla buluşmuştu bir kere. Karanlık her daim her yere hakim olmuştu. Korku içini sardıkça sarmış kırk altıya sadece ve sadece iki kısacık, küçücük sene kalıvermişti. Korku her karanlık gecede kendisini uyutmaz olmuş, uykusundan kaldırır ve korkuyu hatırlatır olmuştu. Ya o da babası gibi gravatı takıp dükkana müdür olarak oturamadan, saçları beyazlaşmadan, elleri buruşmadan, pamuk dede olamadan toprakla buluşursa. Korku bir kere girmişti içine,bekleyip görmekten başka çare var mıydı? 

Otobüs durağında otururken aldığı her nefesten nefret edip etmemesi gerektiğini düşünüyordu. Elinde eski dostuna benzeyen ama biraz daha kaliteli ve pahalı sigarası, dumanın arkasından karanlığına bakıyordu. Kaçıncı otobüs durağa uğradı, kimler indi kimler bindi hiç dikkat etmemişti. Durak bir doldu, bir boşaldı. Köşede simit satan adam bile kaçıncı otobüs geçtiğini saymadı, kaçıncı sigaranın içildiğini bilemedi. Toprakla buluşan kaç tane gözyaşı düştü sayamadı. Kendisi de saymadı toprakla buluşan gözyaşlarını. Duraktakiler de. Bir yirmi iki yıl aradan sonra babasına bir göz yaşı daha göndermişti, hayatının baharında.

02 Şubat 2010 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Adbox