Kocaman devasa büyük bir malikanede oturuyordu. Bu malikaneye sahip olmak çok çalışmasını gerektirmişti. Neyse ki daha kırkına bile gelmeden hayalindeki malikanenin sahibi olmuştu. Dekorasyon işini yaşadığı kentin en iyi iç mimarına vermişti, tek şartla. Her tarafta doberman cinsi köpek figürleri, resimleri ve heykelleri olacaktı. Bu heykellerden en yırtıcı bakışlı ve insanın içini ürpertenler ise ana giriş merdivenlerinin iki yakasında yer alanlardı. Gelen konukları merdivenin son basamağına bastıklarında bile içlerinde o soğuk akan teri hissediyorlardı. Mimar öyle bir heykeltıraş bulmuştu ki sanki köpekler canlı gibiydiler. Aslında malikaneyi korumakla görevlendirilmiş sekiz adet doberman vardı. Ama bunların hiç biri o evdeyken serbest dolaşamazlardı. Hoş bunu sadece kendisi biliyordu. Bahçesinde o kadar çok gerçekçi heykel vardı ki, kimse onların canlı mı heykel olduğunu anlamak için en ufak bir çaba bile harcamıyordu. Oysa kendisi de köpeklerden oldum olası çok korkardı. Ama içindeki sevgiye de bir türlü anlam veremezdi. Belki de karakterleri birbirine benziyordu. Vahşi, sert, acımasızlık. Bu özellikler kendisi ile köpekler arasındaki tek bağdı.
Ticaretteki rakipleri bazı özelliklerini çok iyi öğrenmişlerdi. Her hangi bir işte karşı karşıya gelip de ruhunun derinliklerinde ısırıklardan nasibini almayan kalmamıştı. O yüzden onun sahasına pek girmezlerdi. Sanki doğadan köpeklerin yaptığı gibi, iş yaşamını da işeyerek işaretlemişti. Saldırganlık, acımazsızlık ruhunun derinliklerinden geliyordu. Yeri geldiğinde eşi bile kendisinden korkuyordu. Oysa o sahibine o kadar bağlıydı ki… Tüm vahşi doğasına rağmen eşinin yanında o kadar uysallaşıyordu ki, köpekleri ile arasında bir bağ olduğuna kimse inanmazdı. Eşi bu duruma çok şaşırıyor ama yinede içindeki ürpertiye engel olamıyordu.
Günlerden cumaydı. Her cümlesine abi diye başlayan en sevdiği hatta sırdaşı olan Orhan kendisini iş yerinde ziyarete gelmişti. Orhan çok neşeli biri aynı zamanda Volkan’ın en büyük taşeronlarından biriydi. Bugüne kadar aralarında hiçbir problem olmamıştı. Orhan’da Volkan gibi köpeklerden çok korkar ama Volkan’nın içindeki sevgiden etkilenerek üç dört köpek sahibi olmuştu. Ogün yine çok neşeliydi. Doberman işlemeli bardaktan viskisi yudumlarken gayet keyifli bir ses tonu ile:
- Abi bizim kızlardan biri bana bir kadından bahsetti. Portakal Çıkmazı’nda oturuyormuş. Hani şu ormanlık alanın yanındaki köye giderken…
Volkan söze girer:
- İyi de baba bizim orayla tanımadığımız bir kadınla ne işimiz var.
Orhan sözüne heyecanlı heyecanlı devam eder:
- Abi kadın süper bir falcıymış. Adamın ruhunu okuyormuş. Bilmek istediğin ne varsa sana söylüyormuş.
- Ya baba, benim falcı fulcuyla işim olmaz. Ben gerçekçi biriyim. Bunca yıldır beni tanıyamadın mı?
- Abicim, bunca yıldır hep realist olduk. Bizim kızlar çok övdü. Gel bi takılalım, bi değişiklik olur. Hadi kırma beni. Zaten bugün de Cuma. Bugünde işleri erken bırakalım.
- Ya bırak bu işleri. Papaz kaçtı işlerini hiç sevmen.
- Abi Allah’ını seversen. Bilirsin ben de takılmam bu işlere… Ama süper diyorlar. Gidelim eğer beğenmezsen söz kendimi senin köpeklerden birine ısırtacağım.
- Söz mü? Harbi ısırtırım bak…
- Abi, ısırt valla…
- İyi o zaman hadi gidelim der ve dahili hatta sekreterini arayarak arabayı hazırlamalarını, erken çıkacaklarını bi de evi aramasını ve köpeklerden birini beslememelerini gülümseyerek söyler.
Devam edecek....
Ticaretteki rakipleri bazı özelliklerini çok iyi öğrenmişlerdi. Her hangi bir işte karşı karşıya gelip de ruhunun derinliklerinde ısırıklardan nasibini almayan kalmamıştı. O yüzden onun sahasına pek girmezlerdi. Sanki doğadan köpeklerin yaptığı gibi, iş yaşamını da işeyerek işaretlemişti. Saldırganlık, acımazsızlık ruhunun derinliklerinden geliyordu. Yeri geldiğinde eşi bile kendisinden korkuyordu. Oysa o sahibine o kadar bağlıydı ki… Tüm vahşi doğasına rağmen eşinin yanında o kadar uysallaşıyordu ki, köpekleri ile arasında bir bağ olduğuna kimse inanmazdı. Eşi bu duruma çok şaşırıyor ama yinede içindeki ürpertiye engel olamıyordu.
Günlerden cumaydı. Her cümlesine abi diye başlayan en sevdiği hatta sırdaşı olan Orhan kendisini iş yerinde ziyarete gelmişti. Orhan çok neşeli biri aynı zamanda Volkan’ın en büyük taşeronlarından biriydi. Bugüne kadar aralarında hiçbir problem olmamıştı. Orhan’da Volkan gibi köpeklerden çok korkar ama Volkan’nın içindeki sevgiden etkilenerek üç dört köpek sahibi olmuştu. Ogün yine çok neşeliydi. Doberman işlemeli bardaktan viskisi yudumlarken gayet keyifli bir ses tonu ile:
- Abi bizim kızlardan biri bana bir kadından bahsetti. Portakal Çıkmazı’nda oturuyormuş. Hani şu ormanlık alanın yanındaki köye giderken…
Volkan söze girer:
- İyi de baba bizim orayla tanımadığımız bir kadınla ne işimiz var.
Orhan sözüne heyecanlı heyecanlı devam eder:
- Abi kadın süper bir falcıymış. Adamın ruhunu okuyormuş. Bilmek istediğin ne varsa sana söylüyormuş.
- Ya baba, benim falcı fulcuyla işim olmaz. Ben gerçekçi biriyim. Bunca yıldır beni tanıyamadın mı?
- Abicim, bunca yıldır hep realist olduk. Bizim kızlar çok övdü. Gel bi takılalım, bi değişiklik olur. Hadi kırma beni. Zaten bugün de Cuma. Bugünde işleri erken bırakalım.
- Ya bırak bu işleri. Papaz kaçtı işlerini hiç sevmen.
- Abi Allah’ını seversen. Bilirsin ben de takılmam bu işlere… Ama süper diyorlar. Gidelim eğer beğenmezsen söz kendimi senin köpeklerden birine ısırtacağım.
- Söz mü? Harbi ısırtırım bak…
- Abi, ısırt valla…
- İyi o zaman hadi gidelim der ve dahili hatta sekreterini arayarak arabayı hazırlamalarını, erken çıkacaklarını bi de evi aramasını ve köpeklerden birini beslememelerini gülümseyerek söyler.
Devam edecek....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder