Ortaya Karışık

Her telden, her demden hikayeler, yazılar

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Mavi gözlü ve Kızıl gözlü Şeytanlar

Mavi gözlü şeytanla kızıl gözlü şeytanla masanın etrafında oturmuş, köşede yalvarmaktan sesi kurumuş adamın kimde kalacağını tartışıyorlardı. Bir an buradan kaçması gerektiğini düşündü, nasıl yapacağını bilemeden. Çığlıklarının üstüne mi binseydi yoksa çatlamış toprakta kendisine akacak yol bulan gözyaşlarını mı takip etseydi. Bir mavi gözlü şeytana baktı, bir kızıl gözlü şeytana. İkisinde de acıma belirtisi yoktu. Gaddarlıkta birbirlerinden eksik kalır yanları yok gibiydi.

Mavi gözlü olanı, çıplak adamı gözlerinin maviliğinde hapsetmek, sonsuz acının içine sonu gelmez acılar yaşatmak ister gibiydi. Sivri burunlu ayakkabısındaki gibi mavi keskin bakışları yüreğinde saplanmış hissetti.

Kızıl gözlü olanı, kanının emmek gözlerindeki kızıllıkla birleştirmek ister gibiydi. Kanının damarlarında pıhtılaştığını hissetti. Kızıl bakışları ile damarlarına tek tek sonda açacak, akan kanı gözlerindeki kızıllık ile birleştirecekti.

Tanrım bu nasıl bir acı diye haykırması ile eliyle ağzını kapatması bir oldu. Donuklaşmaya başlayan gözleri ile masaya doğru baktı. O’nu duymamışlardı.  Halbuki ses parmaklarının arasından sıyrılıp havaya karışmıştı. Bundan kesinlikle emindi. Gördüğüne yemin edebilirdi.

O da ne? Sırt çantasını almamışlardı. Çamurda oynayan domuzlar kadar mutlu olmuştu, çantasını gördüğünde.  Hemen bir sigara yaktı. Dumanın arkasına saklandı. Bir süreliğine de olsa şeytanlar onu göremeyeceklerdi. Kafasının içi de karışmıştı. Dumanın içinde bir o yana bir bu yana. Sudaki tahta parçası gibi sallanıyordu. O bardak da neyin nesi? İçinde ne var diye kontrol etti. Sudan başka bir şey değildi. İçmeye kalktı ama bardak elinden kaydı, yere düştü. Eyvah şeytanlar şimdi onu hatırlayacaklar, dumanın içinden çekip çıkaracaklar, tiz seslerini yumuşak etlerine batıracaklardı. Ses duyulmadı. Bardak bulutların arasından yeryüzüne kadar düştü, ama sesi duyulmadı.

Mavi gözlü şeytan elinde kırık bir şişe parçası ile yanına geldi. Elleri titremeye, sesi donmaya başladı. Dumanın içinde iyiden iyiye kaybolurken dumanın arasından sesi duydu.
-          Dumanın arkasına saklanman bir işe yaramaz. Parmaklarınım arasına bak bakalım ne görüyorsun?
Uçsuz bucaksız derinliği mavi gözlü şeytanın parmakları arasında görünce oraya düşeceğini hissetti. O masmavi gözlerdeki kini, nefreti hissetti, parmakların arasında. Sesi çıkmadı, ne gördüğünü söyleyemedi. Ama şeytan ne düşündüğünü okumuştu, gözlerinin arkasına baktığında…

Mavi gözlü şeytan masaya döndüğünde o sigarasından peş peşe nefesler alıp verdi ki, duman etrafı iyice kaplasın. Saklanacaktı gerçekten arkasına. Artık dumandan ne çığlıklarını ne de yere bıraktığı gözyaşlarını göremez olmuştu.

Kızıl gözlü şeytan yanında duran çuvalı açmış, içinde onlarca küçük eli balyozlu adamı serbest bırakmıştı. Uygun adım kendisine doğru geliyorlardı, dumanı görmezden gelerek. Balyozlu minik adamlar iyiden yiye yaklaştığında bunlarında gözlerinin kızıl olduğunu fark etti. Demek ki, çuval onun için delik delikti. Kızıl gözleri ile çuvalı delmişlerdi, kendisine ne yapacaklardı acaba. Kızıl gözlü balyozlu küçük adamlar, büyük çığlıklar atarak balyozları peşi sıra her yerine vurmaya başladılar, ayinde ritüeli tamamlarcasına. Balyoz darbelerinin beyninin en küçük kıvrımlarına kadar hissetmişti. Hatta beyninin labirentinde yıllar önce kaybettiği küçük Hamster’da darbeler sayesinde çıkış yolunu bulmuş ve beyninin içinden kaçıp gidivermişti. Artık tek başınaydı. Kaçacak hiçbir yeri yoktu. Bir yanda iki şeytan diğer yanda onlarca eli balyozlu minik adam.

Son bir gayretle eliyle üzerindeki onlarca minik adamı temizlemeye başladı. Sonuncu adamı uzaklaştırırken iki şeytanında üstüne çöktüğünü, dumanın arasından gelen pis nefes kokusundan anladı. Acele bir şeyler yapmalıydı. Sağa baktı, sola baktı. Her yer duman. Hırıltılı pis nefes kokularını genzinde hissetti. Şeytanlar arasında anlaşmış, nasıl paylaşacakları konusunda bir anlaşmaya varmışlardı. Sırtını dayadığı yerden hafifçe yana kayarak geri geri kaçmaya başladı. Neyse ki gözyaşları da o tarafa gidiyordu ve onlardan az da olsa destek aldı.  Bu arada çantası delinmiş, delikten yere iki çığlık düşmüştü. Hemen onları aldığı gibi, pis nefes kokusunun geldiği yöne fırlatıvermişti. Bir yandan da vücudunu geriye attığı gibi ne olduğunu anlamadan derin bir çukura düşüvermişti. Artık ne kızıl göz, ne de mavi göz vardı etrafta. Koku ise daha şiddetliydi. Bayılmak üzere olduğunu hissetti. Kendini tuttu. Tutamadı bayıldı.

Ne kadar sonra duman dağılmış, tepesinde parlak yuvarlak ışığı görmüştü. Güneşe bu kadar yakın olduğunu ilk defa hissediyordu. Gözlerini ovalarken güneşin içinde çıkan birini gördü.  Kendisine geldiğinde üzerine eğilmiş, sarışın güzel mi güzel kızı gördü. Tanrım, beni cennetine kabul ettiğin için binlerce teşekkür ederim dedi, içinden.
-          Merhaba, bugün nasılsınız bakalım? Sözleri ile irkildi.
Kafasını çevirdi. Hastane odası gibi bir yerdi. Cennet değildi. Huri de hemşireydi. Utandı ama utandığını belli etmedi. 
-          Bana ne oldu demekle yetindi
-          Alkolü fazla kaçırınca, farkında olamayarak fabrika arazisine girmişsiniz galiba. Fabrikanın iki köpeği de size saldırmış. Az daha siz parçalayacakken, açık bırakılan fosseptik çukuruna düşmeniz, hayatınızı kurtarmış. Geçmiş olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Adbox