Ortaya Karışık

Her telden, her demden hikayeler, yazılar

26 Eylül 2013 Perşembe

Müziği bırakması gereken sanatçılar;


İlkokulda müzik dersinde bize ya mandolin ya da flüt çalmayı öğreneceksin diye iki zorunlu alternatif sunulmuştu. Anadolu’nun taşra olarak hitap edilen bu şehrinde belki de müfredat gereği başka bir müzik aleti yoktu. Bazılarının evlerinde saz vardı. Ama müfredatta yoktu. Davul ve zurna ise sadece düğünlerde çalınırdı. Ramazanları atlamamak gerek. Sonuç olarak nasıl oldu hatırlamıyorum ama mandolin ile bak postacıyı çalarken buluvermiştim kendimi.

Daha sonraki yıllarda babamdan beni saz kursuna göndermesini istemiştim. Saz kursu derken bugün kü gibi müzik okulları, kursları falan yok. Düğünlerde saz çalanlar ya da müzik kaseti satanlar bu işlerle uğraştığı için bunların yanında bir iki saat gidip gelme türünden. Babam, okuyup adam olacağım yerde, düğünlerde sazcı mı olacaksın deyivermişti.

Yıllar sonra üniversite kazanıp, gitar çalan yaşıtlarımı gördüğümde gitara heveslendim. Yurtta gitar çalanlardan gitarlarını alır ufak denemeler gerçekleştirdiğimde müziğe dinleyici olmanın haricinde bir yeteneğimin olmadığını fark edip, alt tellere inerken bu sevdadan vazgeçtim, vazgeçmesini bildim. Çünkü bende müzik aleti çalacak bir yetenek yoktu. En iyisi zirvedeyken bırakmak olacaktı, ben de bıraktım.

Artık iyi bir müzik dinleyicisiyim. Kaliteli müzikten anladığımı, dinlediğim müzikleri duyanların a ne güzel bir parça bunu kim söylüyor, bana adını söyler misin dediklerinden anlıyordum. Hiç unutmam trafik ışıklarında arabadan taşan müziği duyan üç-beş kişi camdan cama aynı soruyu sormuşlardı.

Şarkılarını beğendiğim ve takip etmeye çalıştığım bazı sanatçılar var, herkes gibi. Ancak, son yıllarda bu konuda biraz hayal kırıklığına da uğramaya başladım. Bakıyorum yılların sanatçısı, halktan yada basından bazı unvanları almış ama yaş yetmiş iş bitmiş misali bırakmayı bir türlü bilmiyorlar. Yeni üretim yok, ürettiği bir iki parçada üretkenlik dönemdekilerinin yanına bile yaklaşmıyor. İki nakaratın etrafında okeye dönmekten başka yapabildikleri bir şey yok. İnsan ister istemez soğumaya başlıyor.

Müziği bırakması gerekenlerin başında Sezen Aksu geliyor. Oysa yıllar boyu severek dinledim kendisini ve kendisini minik serçe olarak hatırlamak istiyorum. Şimdi bakıyorum, konserler veriyor, hep aynı şarkılar, seyirci ile iletişim kuruyor, espri yapıyor diyeceğim ama ben anlamıyorum. Dans ediyor, ama ben hangi dans olduğunu çıkaramıyorum. Hayallerim yıkıldı. Eğer aynı şarkıları dinleyeceksem niye konserine gideyim ki, alırım bir CD’sini dinlerim.

Bir diğer bırakması gereken Serdar ORTAÇ, birbirinin aynı onlarca şarkı, danslar aynı, dansçı kızları bilmiyorum aynı mı? Üretim var ama seri üretim. Kişiye özel değil. Kişiyi yakalayan değil. Eller havaya, eller havaya. Nereye kadar…

Örneklerimi çoğaltacağım da yazdığım yazı çok uzun olacak. İnsan okumaktan sıkılacak. Tadında bırakmak istiyorum.

Üretimleri kısıtlanan, aynı dairenin etrafında dönüp duranların sadece ve sadece para kazanmak, ya da alkışlarla yaşamak uğruna sahneye çıkıp yüzyıl önce ürettikleri şarkıları defa defa söylemeleri yanında kabiliyetleri olmamasına rağmen şovmenliğe, film artistliğine, amatör dansçıları aratan dansçılık yapmalarını hoş karşılamıyorum.

Atalar boşa mı söylemişler; “bal yiyen baldan usanır” diye…   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Adbox