Ortaya Karışık

Her telden, her demden hikayeler, yazılar

3 Kasım 2010 Çarşamba

Kalbine Göre Arkadaş

Bir sonbahar sabahında Ankara’da yolarda ardı sıra ilerleyen birçok araç yolcularını mesaiye yetiştirmek için altı şeritli yolu kaplamışlar. Gökyüzü arabalar kadar renkli değil, grinin tonlarına bürünmüş. Belli ki, ileride bir noktada yağmur var. Orhan başını çevirmeden, hava tahminleri eskisi gibi değil, artık biliyorlar diye kısık sesle kelimeleri arabanın havası içine bırakıverdi. Eskiden sadece babaannem bilirdi ne zaman yağış olacağını diye cevap verdi, Firuze. Ayvalar büyük olunca kış sert geçermiş, şimdi ise ayva mevsimini beklemeye bile gerek kalmadı diye ekledi. Orhan, ayva kompostosu da ne güzel olur diye düşündü. Malum büyük şehirde araba kullanmak zor, aklı başka yerlere dalmamalı, etrafa bakmak daha sıhhatli bir yolculuk geçirmenin birinci kuralı diye ayva ve kompostoyu hızla zihninden uzaklaştırdı.

Güneşin olmadığı bu sonbahar gününde yanından geçen arabalara göz ucuyla kontrol etmeye devam etti. Çok ilginç, sabah sabah arabasında sigara içen, güneş gözlüğü ile araç kullanan, aynada yarım kalan makyajını yapan, kafasını cama dayayıp uykusuna devam eden, arkada rahat bir şekilde ekonomi sayfasını okuyan, altı şeritli yolda boşluk doldurmaca oynayan, tabakhaneye yetişmeye çalışan, yolda sadece kendisinin olduğu hissi ile sinyal vermeyen, kırmızı ışıkta geçen değişik ruh halinde onlarca insan.

Birkaç kilometre sonra grinin biraz daha koyulaştığı alana yaklaştıklarında arabanın canıma ufak ufak yağmur damları düşmeye başlamıştı, sessiz sessiz. Anlaşıldı ki, biraz ileride yağmur vardı. Arabaların fren lambalarından da bunu çıkarmak mümkündü. Orhan, yine kısık bir sesle, insanlar da aynı bu şekilde değil mi Firuze hanım diye sordu. Firuze, nasıl anlamadım diye cevapladı. Doğru ya kelimelere cümlelere dökülmeyen insan düşüncesinin bir anlamı var mıydı? Düşünürsün, saniyenin yüzde bir noktasında bir ton düşünce, söze dökülmezse bir anlamı var mı? Yani diyorum ki, toplumdaki insanlarda aynı şu karşımızda duran havanın gri tonları gibi değil mi? Yani ruh halleri manasında. Sürekli karanlıkta yaşayanlar, bir açanlar bir kapatanlar, grinin tonlarında yaşayanlar, ya da renkli dünyaları seçenler. Evet, haklısınız galiba. Bence de çok benzerlik var. İnsan ruhu hava durumuna benziyor, tek farkla. Havayı bir şekilde tahmin edebiliyorlar. Uydular var fotoğraf çekiyorlar falan filan. Ama insanların ruh haritasını çıkarmak pek mümkün değil. Tahmin biraz zor diye yanıtladı Firuze. Bence o kadar zor değil dedi Orhan. Sürekli olumsuz olan insanlar var hayatta, işte onlar şu grinin en koyusu olanlar. Etraflarına sürekli yağmur, soğuk hava ve kasvet dağıtırlar. Ne kendileri mutludur ne de etrafındakiler. Pozitif olanları ise tarif etmeye gerek yok, güneş gibi her daim parlaktırlar. İşte o yüzden birçok insan güneşli, sıcak ve açık havaları sever. Elbette her zaman güneşli olacak diye bir kural yok. Bazen yağmurunda güzel tarafları vardır, yeter ki fırtınaya dönüp süreklilik kazanmasın diyerek konuşmasını tamamladı.

Şiddetli yağmurun altında geçen bu sohbetin beş dakika sonrasında artık işyerinin otoparkına varmışlardı. Yirmibeş kilometrelik yol tamamlanmış, gri bölgenin de dışına varmışlardı. Güneş, griliğin arasından kendine bir yol bulmuş ve sıcak, içten ışınlarını yeryüzüne göndermeye başlamıştı. Arabadan indiler. Firuze, desenize Orhan bey bol bol güneş gibi arkadaşa ihtiyacımız var diye. Doğru söze ne hacet diye cevapladı, Orhan.

Herkesin gönlüne göre arkadaş bağışlasın, yaradan.             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Adbox